19.12.2020

Türkiye Diyanet Vakfı VI. Uluslararası Öğrenci Sempozyumu Açılış Programı

Türkiye Diyanet Vakfı ile İstanbul 29 Mayıs Üniversitesinin birlikte düzenlediği, “İslam Dünyasında Kur’ân-ı Kerîm ve Kıraat Kültürü” konulu VI. Uluslararası Öğrenci Sempozyumu, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın açılış konuşmasıyla başladı.

Sempozyumun açılış paneline panelist olarak katılan İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Mehmet Emin Maşalı, konuşmasına bu ilmi toplantının önemine vurgu yaparak başladı ve bu çerçevede çizerek şunları söyledi: “Başlığın Kur’ân ve Kıraat ile ilgili olması sempozyuma üst düzey değer atfediyor. Bunun yanı sıra dünyanın dört bir yanından katılımıyla, yanı sıra ülkemizin seçkin ilim insanlarının iştirakiyle birlikte sempozyum, İslâm dininin tevhîd dini oluşunun bir tezâhürü niteliğinde.”

“Türkiye’de Kıraat Kültürü” konulu konuşmasında Maşalı, Kıraat kelimesinin çok anlamlı ve anlam örgüsü geniş bir kelime olduğuna, bu yönüyle de Kur’ân-ı Kerîm’i ilgilendiren bütün unsurları bünyesinde barındıran bir kavram olduğuna işaret etti.

İslâm Medeniyeti, Kur’ân Medeniyetidir.

M. Emin Maşalı, İslam medeniyetinin en temel vasfının Kur’ân-ı Kerîm merkezinde neşet etmiş bir medeniyet olması olduğuna vurgu yaptı ve şöyle dedi: “Kur’ân ile bağımız ne kadar kuvvetli olursa, medeniyet birikimimizle bağımız da o kadar kuvvetli olur. Kur’ân’dan uzaklaştıkça hem dinî anlamda hakikatten bir uzaklaşma yaşarız, hem de İslâm medeniyetiyle de aramıza mesafeler koyarız.”

Kıraat ilmi denildiğinde İbnu’l-Cezerî’yi anmadan geçmek olmaz.

Türkiye’de Kıraat Kültürünün şekillenmesinde başat role sahip âlimlere ve zevata da işaret eden Maşalı, “Kıraat kültürü denildiği zaman belli isimleri anmadan geçemeyeceğim. Bu alan söz konusu olduğunda İbnü’l-Cezerî’yi anmak kaçınılmazdır. Anadolu’da kıraat ile ilgili yapılan faaliyetleri incelediğimizde okların İbnü’l Cezeri’yi işâret ettiğini görürüz. Bu topraklardaki kıraat birikiminin muharrik-i evveli İbn’ül-Cezerî’dir.” diye konuştu.

Ahmed el-Meyserî ve Ali b. Süleyman el-Mansûrî’yi zikretmemek mümkün mü?

Maşalı, İbnu’l-Cezerî sonrası dönemde Anadolu’daki ve özellikle de İstanbul’daki kıraat birikiminin zenginleşmesine ve kıraat tedrisatının müesses bir yapı kazanmasına anılan iki zâtın öncülük ettiğini belirterek şöyle demiştir: “İbnu’l-Cezerî’den sonraki süreç söz konusu olduğunda akla iki isim gelmektedir. Bunlardan ilki Kanuni Sultan Süleyman’ın daveti üzerine İstanbul’a gelen Şeyh Ahmed el-Mesyerî el-Mısrî iken diğeri Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın daveti üzerine İstanbul’a gelen Ali b. Süleyman el-Mansûrî’dir. Bu iki zat kıraat eğitimi ve öğretimi noktasında bize has olan ve “İstanbul Tariki” ve “Mısır Tariki” olarak anılan ekollerin oluşmasına öncülük etmiştir. Zira Ahmed el-Meyserî’nin kıraat eğitim ve öğretim yöntemi “İstanbul Tariki”, Ali b. Süleyman el-Mansûrî’nin kıraat eğitim ve öğretim metodu ise “Mısır Tariki” olarak anılmıştır. Nitekim günümüzde de ülkemizdeki kıraat tedrisâtı bu iki ana usul çerçevesinde varlığını devam ettirmektedir.”

Mehmet Rüştü Aşıkkutlu ve Abdurrahman Gürses Hocalarımız ise yakın döneme damgasını vuran iki büyük üstat.

Kıraat İlminin ve bu ilmin tedrisatının anılan iki ekol ve bu ekoller içerisinde vücut bulan alt ekoller yani meslekler çerçevesinde geliştiğini ifade eden Maşalı, Cumhuriyet döneminde kıraat ilmi ile ilgili faaliyet ve tedrisatın kişisel çabalarla devam ettiğinden bahisle sözü yakın döneme getirdi ve Diyanet İşleri Başkanlığımız bünyesinde açılan Haseki Eğitim Merkez’i ile birlikte bu çalışmaların kurumsal bir kimliğe büründüğünü belirtti. Haseki bünyesinde açılan ilk kursta, Mısır Tarîki tedrisatının merhum Mehmet Rüştü Aşıkkutlu Hocamızın, İstanbul Tarîki tedrisatının ise merhum Abdurrahman Gürses Hocamızın riyâsetinde başladığını ifade eden Maşalı “Rabbim bu üstatlarımızın mekânlarını cennet eylesin; bizlere de onların bıraktığı ilmi emanete sahip çıkabilme şuurunu lütfetsin.” dua ve niyazında bulundu.

Tahrîrât Edebiyatımız

Türkiye’deki kıraat tedrisâtının ağır ve son derece kapsamlı bir içeriğe sahip olduğunun altını çizen Maşalı, “Çünkü bizdeki kıraat tedrisatı hem İbnu’l-Cezerî’nin Tayyibe’sinin münderecâtını hem de hem de İbnu’l-Cezerî’nin bu eseri üzerine yapılan ve adına Tahrîrât Edebiyatı denilen çalışmaları esas alır.” dedi.

Türkiye’de Kıraat alanı ilmi bir alan olmaktan ziyâde bir icra ve sanat alanı olarak değerlendirilmekte

Kıraat alanının bir ilim alanı olarak değerlendirilmesinin gereğine ve önemine işaret eden Maşalı “Türkiye’de kıraat, ilim dalı olmaktan ziyade bir icra ve eda unsuru olarak değerlendiriliyor. Halbuki Kıraat bir ilimdir. Türkiye’deki kıraat tedrisatının içeriği ve kaynakları da bu hususu teyit etmektedir. Böyle olduğu içindir ki kıraat eğitim-öğretimi alacak kişilerin, ilmi altyapısı olan ve kıraat birikimi sadece hocalarından işittikleri ile sınırlı olmayıp kaynakları tetkik edebilecek yetkinliği haiz kişiler olması gerekir. Ne var ki genelde sadece sese ve sadâya bakılmakta. Oysa Ebû Amr ed-DânÎ’nin de dediği gibi Kıraat İlmi ve hatta Tecvid İlmi “rivayet” yani hocalardan yüz yüze (müşâfehe) yoluyla alınan bilgi ve “dirâyet” yani kaynaklara müracaat etmek suretiyle hocadan alınan bilginin sağlamasının yapılması şeklinde iki dayanaklı bir ilimdir.” diyerek konuşmasını tamamladı.

Çevirim içi gerçekleştirilen, 22 tebliği ihtiva eden 5 oturumdan oluşan ve iki gün sürecek olan Sempozyumun açılış programında, TDV Mütevelli Heyeti İkinci Başkanı İhsan Açık ile İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Sinanoğlu da selamlama konuşması yaptılar. Sempozyum’da sunulan bildiriler bilahare 22 bildiri olarak yayınlanacak.