08.10.2020

CAMİ VE İLİM

CAMİ VE İLİM

 

İslam medeniyetinin inşa etmiş olduğu şehirlerin çekirdeğini camiler/mescitler oluşturmuştur. Mescid ve cami kavramları Arapça cem kökünden türeyen, “toplayan, bir araya getiren” anlamındaki câmi„ kelimesi, başlangıçta sadece cuma namazı kılınan büyük mescidler için kullanılan el-mescidü‟l-câmi„ (cemaati toplayan mescid) tamlamasının kısaltılmış şeklidir. “el-Mescidü‟l-câmi„” tabiri, Taberânî‟nin bir rivayetine göre bizzat Hz. Peygamber tarafından kullanılmıştır (el-Muʿcemü’l-evsaṭ, I, 143). Mescid, Arapça‟da “eğilmek, tevazu ile alnı yere koymak” mânasına gelen sücûd kökünden “secde edilen yer” anlamında bir mekân ismidir. Secde namazın rükünleri içinde en önemlisi, Kur‟an‟a göre insanın daha ilk yaratılışında şahit olduğu bir hürmet ifadesidir (elBakara 2/34). Hz. Peygamber‟in bildirdiğine göre kulun Allah‟a en yakın olduğu an secde anıdır (Nesâî, “Taṭbîḳ”, 78). Kur‟ân-ı Kerîm, hadisler ve ilk İslâm kaynaklarında cami karşılığında mescid kelimesi geçmektedir. Zeccâc, Hz. Peygamber‟in, “Yeryüzü bana - teyemmüm için- temiz ve mescid kılındı” hadisini delil göstererek ibadet edilen her yerin mescid olduğunu söyler. “İçlerinde Allah‟ın adının anıldığı mescidlere girmeyi yasaklayan ve onları tahribe çalışandan daha zalim kim olabilir?” (el-Bakara 2/114) âyetini de, “Allah‟ın dinine muhalefet edenden daha zalim kim olabilir?” şeklinde açıklar. (Lisânü’l-ʿArab, “scd” md.). Yeryüzünde ilk caminin/ mescidin Kâbe-i Muazzama olduğu “Gerçek şu ki, insanlar için yapılmış olan ilk ev, âlemlere bir hidayet ve bir bereket kaynağı olan Mekke’deki evdir” (Âl-i İmrân, 3/96) açıkça ifade edilmektedir. Bu âyet Kâbe’nin, mâbed olarak yeryüzünde yapılmış ilk bina olduğunu ve tarih boyunca saygınlığını koruduğunu ifade etmektedir. Çünkü bu bina insanların hidayeti ve putperestliğin yıkılıp tevhid inancının yerleşmesi için gönderilmiş olan dinin (hanîf olan İbrâhim’in dini) sembolüdür. (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 635.) Rivayete göre onun da ilk bânisi Hz. Âdem’dir. Ebû Zerr’in sorduğu sorular üzerine Hz. Peygamber yeryüzünde ilk mescidin Mescid-i Harâm, ikincisinin ise Mescid-i Aksâ olduğunu açıklamıştır (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 40; Müslim, “Mesâcid”, 1-2). Aynı hadiste aralarının zaman olarak kırk yıl olduğunun belirtilmesi, Hz. İbrâhim ve Hz. Süleyman’ın eski temelleri üzerine bunları yenilediklerini göstermektedir. Bu mescidlere “beyt” denilmiş, Kâbe için “el-Beyt” (el-Bakara 2/125, 127, 158; Âl-i İmrân 3/96, 97), “Beytülharâm” (el-Mâide 5/2, 97), “Beytülatîk” (el-Hac 22/29, 33) ifadeleri kullanılmıştır.

Peygamber Efendimizin Mekke dönemindeki en zor günlerinde Erkam b. Ebi Erkam’ın evinde ashab ile toplanır ve onlara İslam’ın emirlerini teblîğ ederken Dâru’l-Erkâmı bir mescid olarak kullanmışlardır. Bir yerleşim yeri belirlendikten sonra ilk olarak cami inşa edilmiş ve toplumun ihtiyaç duyacağı diğer meskenlerin konumları buna göre belirlenmiştir. Nitekim Efendimiz (s.a.v.) 12 Rebiü‟l-evvel Cuma günü Medine’ye girdiğinde devesinin çöktüğü yere mescid inşa edileceğini ve oraya en yakın evde de ikamet edeceğini bildirmiştir. İnşa edilen mescidin etrafına Ashab-ı Suffe’nin ilim tahsil etmeleri için çadırdan gölgelikler yapılmış ve İslam tarihinde ilk üniversite diyebileceğimiz bir eğitim merkezini de faaliyete geçirmiştir. Orada Efendimizin tedrisinden geçen sahabeler, kendisinden sonra onun bu örnekliğinde ve gösterdiği ufuktan hareketle cami kubbesi altında mâbed ile medreseyi, ilim ile ibadeti birleştirmişler ve bu temeller üzerine yeryüzünün en kutlu medeniyetini inşa etmişlerdir. İslam tarihinin ilk yüzyıllarında bu şuurla hareket eden Müslümanlar, cami ve camiâyı (üniversite) birbirinden ayrı görmemiş, bütün büyük ilim merkezlerini caminin külliyesi içerisinde toplamış ve muhteşem bir ilmî inkişafın ve coğrafi genişlemenin de etkisiyle tüm dünyaya örneklik teşkil edecek ve çağlara ışık tutacak büyük bir medeniyetin öncüleri olmuşlardır. İslam tarihine yön vermiş müctehid imamlar hep camilerde bulunan ders halkalarında yetişmiş, talebelerini de yine camilerde ders halkaları oluşturarak yetiştirmişlerdir. İmam-ı Ebû Hanife (ö. 150) Kûfe’de Ebû Hanife Camii’nde, İmam Malik b. Enes (ö. 179) Medine’de Mescid’i-Nebevi de, İmam Şafii (ö. 204) Kahire’de Âmr b. Âss Camii’nde, İmam Ahmed b. Hanbel (ö. 240) Bağdat Camii’lerinde, İbn Rüşd (v. h. 520) ise Kurtuba Mescidlerinde, daha isimlerini sayamadığımız diğer İslam âlimlerinin hemen hemen hepsi cami eksenli ilim halkalarında yetişmiş ve aynı yöntemle talebe yetiştirmişlerdir.

Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’u fethettiğinde o zaman Doğu Roma İmparatorluğunun en büyük kilisesi olarak inşa edilmiş, muhteşem bir eser olan Ayasofya’ya doğru yürümüş bütün halk, ‘acaba bu devasa eserin yıkım emrini nasıl verecek’ diye beklerken büyük kumandan, buranın kıble tarafına mihrab, hutbe okunması içinde minber yapılması fermanını vererek Ayasofya’nın camiye çevrilmesini, etrafına da medrese, sıbyan mektebi, müvakkithane vb. yerleri yaptırarak camiye bir külliye hüviyetini kazandırmıştır.

Önceleri tüm sosyal kurumları çevresinde toplayan ve tüm müştemilatıyla tam bir külliye ve yaşam merkezi olan camilerimiz, toplumsal hayata yön veren merkezler oldular. Üzülerek ifade etmeliyiz ki tarihi seyri içerisinde cami ve camianın birbirinden ayrılmasıyla başlayan süreçte; ilim önce, fenni ve dini olarak tasnif edilmiş ve fenni ilimler cami bünyesinden çıkarılmış, bilahare yaşadığımız yüzyıla gelindiğinde cami yalın bir mescid konumuna indirgenmiştir. Oysa cami toplayan demektir ve tarih boyu tüm hayati gereksinimleri; iman, ibadet, ilim ve ahlak temelleri etrafında toplamıştır. Bu vesileyle camiler, sadece namaz kılmak için inşa edilmiş mekânlar değildir. Camiler bizim medeniyetimizde hayatın tüm temel ihtiyaçlarını içinde barındıran mekânlardır. Bu anlamda cami adeta şehrin kalbi ve enerji merkezi gibidir. Cami kalbin vücuttaki tüm kanı bünyesinde toplaması gibi ritmik bir rutinle beş vakit ve her vakit insanı ve hayatı kendisinde toplar, temizler, arındırır ve şehrin kılcallarına (sokaklarına) geri yollar. Ruhlara enerji verir ve sürekli bir sosyalleşme, huzur ve dayanışma ortamı üretir. Tevhidi (hakk ile olmayı), vahdeti (halk ile birlik olmayı) ve kardeşliği öğretir. Kabul etmeliyiz ki modern hayatın vermiş olduğu koşullar camilerimiz temel fonksiyonlarını yitirmiş, yaşam standartlarımızı, toplumsal ilişkilerimizi, mabedle ilişkimizi, öğrenme (eğitim öğretim) biçimlerimiz değiştirmiştir. Değişen bu koşullar içerisinde camilerimizi / mescidlerimizi tekrar ilim halkaları, İbadet, iman ve ahlak ile imar etmek yine bizim rabbimize karşı olan görevimizdir.

 

 

 

07.10.2020

Tayyip TÜZ

Gaziosmanpaşa Müftülüğü

                                                                                                      İlçe Vaizi