11.11.2016

Felaketler Afet Değildir

 

FELAKETLER AFET DEĞİLDİR

Cenabı-ı Hak bizleri en güzel şekilde yaratmıştır. Kur’an-ı mübin buna ‘Ahsen’e takvim’ der.(1)İnsanoğlu kendisinden  hacim olarak kat kat büyük olan uçakları, uzay araçlarını idare edebilmektedir.Aklını ve iradesini iyi yönde kullandığında mükemmele ulaşmakta,kötü yönde kullandığında ise çirkinleşmekte ve bir düğmeye basarak nice masumları öldürebilmektedir.

 

İman esaslarından birisi de kadere inanmaktır. Yani Allah,ezelden ebede kadar olmuş ve olacak şeylerin zamanını,yerini,özelliklerini ve nasıl olacaklarını bilir ve takdir eder.Zamanı gelince de bu takdire uygun olarak yaratır ki buna da kaza denir.Kainatta meydana gelen her şey Allah’ın bilmesi(İlim sıfatı),dilemesi(irade sıfatı),ve yaratması(tekvin sıfatı) ile olur.

 

Başımıza gelen her şey Rabbimizin iradesi ile gerçekleşmektedir. Bizi üzen olayların, başımıza gelen musibetlerin çeşitli sebepleri vardır. Rabbimiz bizi sınamak için bize felaketler verebilir.Ayet-i kerimede “Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için,ölümü ve hayatı yaratan O’dur.”(2) buyurulmaktadır. İnzar veya ikaz, yani uyarı içinde felaketler gönderebilir.Keffaret  olması için de felaketlerle karşılaşabiliriz.Yani,ebedi hayat bakımından yüz yılda elde edemeyeceğimiz bir sonucu bu felaketler neticesinde elde edebilir, şehitlik mertebesine erişebiliriz.Bir diğeri de günah ve zulüm sebebiyle başımıza felaketler gelebilir.Kerim kitabımız, günahları ve zulümleri sebebiyle helake uğramış toplumlardan (3)bahseder.

 

 Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inanmak iman esaslarımızın temelini oluşturur. Hayrın Allah’tan geldiğine inanırız da, şer nasıl Allah’tan gelir? Böyle bir soru aklımızı kurcalayabilir.Şunu unutmayalım ki, bir şeyin hayır ve şer olması bize göredir,Allah’a göre değildir.Bizim şer olarak gördüklerimiz ikiye ayrılır.Birincisi,karşılaştığımız belalar,musibetler,afetler,felaketler,fakirlikler,hastalıklar,ölümlerdir.Bunlar bize hoş gelmemekle beraber, aslında birer imtihandır, ya da kötülüklerimizin cezasıdır.O zaman bunlara şer demek yanlıştır.Bunlara sabredersek, bir çok hayra kavuşabiliriz.Bu sıkıntılar günahlarımıza kefaret olur.Bunlar bize şer gibi görünse de şer değildir.İkincisi, insanların günahları ve delaletleridir ki, gerçek şer, asıl bunlardır.Bunun sorumluluğu da insana aittir.İnsan iradesini hangi yöne yönlendirirse Allah onu yaratır.Şu var ki Allah’ın şerre rızası yoktur,hayra rızası vardır.

 

 Allah insana seçme gücü, yani, iyiyi kötüden ayırma kabiliyeti bahşetmiştir. İnsanın hürriyeti vardır. İnsan bu dünyaya imtihan için gelmiştir.İmtihana giren aday dilediği salonda, dilediği saatte imtihana giremez.Bunları imtihan heyeti belirler.İmtihan başladığında ise istediği gibi soruları cevaplandırır,kimse ona müdahale edemez.İşte dünyadaki durumumuz da böyledir.Bu dünya imtihan sahasıdır.Bu imtihan da bizim cüzi irademiz etkilidir.İnsanın boyunun uzun olması,saçının rengi,ırkı kendi iradesi dışındadır.Rızık ve ecel de böyledir.İnsan fakir oluşundan dolayı sorguya çekilmeyecek ama çalışmadığından dolayı sorguya çekilecektir.

 

 Madem ki ‘Allah bizim yaptığımız her şeyi biliyor, o zaman benim ne suçum var’ gibi itiraz cümlelerine de zaman zaman şahit oluruz. Bunu genelde günahkârlar söylerler. Yani günahlarına mazeret ararlar.’Benim kaderimde namaz kılmak yok, olsaydı namaz kılardım’ derler. Namaz kılmamasına bahane ararlar. Ya da günah işlediklerinde ‘Ne yapalım kaderimde günah işlemek varmış, benim ne kabahatim var’ derler. Kur’an, burada müthiş bir husussu hatırlatır. “Allah’a ortak koşanlar eğer Allah isteseydi  biz de, atalarımız da şirk koşmayacaktık diyecekler.’(4) Bir şoför düşünürsek yolculuk yaparken tercih edebileceği iki yolu var;birisi otoban,güvenli,rahat,diğeri de stabilize,bozuk,tehlikeli.Otobanı bırakıp bozuk  yolu tercih ederse ve de  kaza  yaparsa suç kimindir?Cennetin yolunu bırakıp cehennemin yolunu tercih edenlerin mazereti olabilir mi?Günahlarına bahane arayan, ‘’Ne yapayım kaderimde günah işlemek varmış,’diyen kimse iyiliklerine gelince onlara sahip çıkıyor,öyle değil mi?Ama evine giren hırsızı hoş görmüyor.Evinin camını kıran çocuğu  cezalandırmaktan geri kalmıyor.Bedeninde bir hastalık ortaya çıktığında kaderim buymuş deyip yatmıyor aksine doktor doktor dolaşıyor.

 

Allah’ın bizim yaptıklarımızı bilmesi bizleri onları yapmaya zorlamaz. Bir işi bilmek o işin yapılmasından sorumlu olmak değildir.Emniyet görevlileri, hırsızın mağazayı soyacağı ihbarını alır ve ona göre bir hareket tarzı belirlerler.Hırsızı takip ederler ve yakalarlar.Bu emniyet mensupları, o mağazayı soyacağını bildikleri hırsızın fiilinden sorumlu mudur?İşte bizlerin de dünya hayatında yapacaklarımızı Rabbimizin bilmesi Rabbimizi sorumlu kılmaz,bizi sorumlu kılar.

 

 Hem kişisel, hem de toplumsal planda bizim ıslahımız veya ifsadımız, çaba ve gayretlerimize bağlıdır.Bir toplum kendindeki özellikleri değiştirmedikçe Allah’da onlardaki özellikleri değiştirmez.Kadere iman Müslümanları tembelleştirmemelidir.Kader inancı Müslümanları geri bırakmamalıdır.Müslümanların gerilemesi, imanlarının gereklerini yerine getirmemeleriyle ilgilidir.

 

Kader inancına uygun olmayan bazı sözlere özellikle felaketlerden sonra sıkça rastlıyoruz.Doğanın hışmı,doğanın intikamı,tabiatın gazaba gelmesi gibi…Tabiat gibi,doğa gibi bir yaratıcı mı var?Tabiat da Allah’a boyun eğmiyor mu?

 

Yine diğer zamanlarda sıkça şarkılarda dile getirilen ’Benim ne suçum vardı da başıma bunlar geldi’,’Kahpe felekten çok çektim’; ‘Allah’ım ben bu dünyaya niye geldim’,’Yazıklar olsun kaderin böylesine’ ‘Ya Rab! Al canımı, niçin kara yazdın benim alın yazımı’ ‘Kahpe felek yaptı kelek’, ‘İsyanımı hoş gör bağışla Tanrım!’,’Ben böyle kadere darılmaz mıyım?’’Gülmeyecek bu yüzü neden yarattın, ya birazcık neşe ver, ya beni baştan yarat.’ gibi ifadelerin de kader inancıyla bağdaşmadığını ifade etmeliyiz.

 

Bir diğer yanlış kader telakkimiz ise her şeyi takdiri ilahi olarak görmemizdir.Maden ocağında insanların ölmesi takdiri ilahi midir.Böyle olursa Allah’a iftira atmış olmayız mı?Allah’ın yasaları belli.Uhud savaşında İslam ordusu kaybedince ‘Bunlar başımıza nereden geldi?’dediler.Cenab-ı Hak da buyurdu ki ‘O sizin kendi nefsinizden,kendi yüzünüzdenedir.’ Denizin kıyısına dolgu yapılır sonra da oraya kocaman binalar inşa edilirse akıbet bellidir.Bu ‘takdiri ilahi’yi yanlış anlamaktır.Felaketler afet değildir.Afet insanoğlunun bilinçsizliği,etütsüzlüğü,plansızlığı ve programsızlığıdır.

 

Rabbimizin karşısında gassalin elindeki meyyit gibiyiz. Allah karşısında bir fıskiyelik canımız var. Kâğıttan karton gibi her şeyi alıp atıyor. Bir coğrafyayı tamamen yerinden oynatıyor. Onun gücü karşısında güç var mı? Yunus’un dediği gibi Cenab-ı Hakkın cemalinden veya celalinden gelen vefaya da cefaya da safa nazarıyla bakarsak ne mutlu bizlere…

Aydın YIĞMAN

Beyoğlu Müftüsü