20.10.2016

İstanbul Müftülüğü Ve İstanbul İlahiyat Fakültesi Tarafından “Cami Ve Kitap” Konulu Panel Düzenlendi

Camiler ve Din Görevlileri haftası dolayısıyla 20 Ekim 2016 Perşembe günü İstanbul Müftülüğü ve İstanbul İlahiyat Fakültesi tarafından “Cami ve Kitap” konulu bir panel gerçekleştirildi.

İstanbul İlahiyat Fakültesi konferans salonunda gerçekleştirilen panel açılış Kur’an-ı Kerim’inin okunması ile başladı.  

Daha sonra paneli yönetmek üzere İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekan Vekili Prof. Dr. Murteza Bedir ve panelin konuşmacıları İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Adnan Demircan, Prof. Dr. Mustafa Karataş, Doç. Dr. Kerim Buladı kürsüye geldiler. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekan Vekili Prof. Dr. Murteza Bedir, panele geçmeden önce cami ve kitap birlikteliğinin bizim medeniyetimiz açısından çok önemli olduğunu ifade ederek, camilerin eski fonksiyonlarına kavuşması ancak ve ancak kitaba tekrar dönüş ile mümkün olacaktır, dedi. Panelde ilk olarak söz alan Prof. Dr. Mustafa Karataş “Hayatın İçinde Cami” konulu bir sunum yaptı. Peygamberlerin mal-mülk bırakmadığını, ilim bıraktığını ifade eden Karataş, konuşmasını Peygamberimizin hayatından örneklerle sürdürdü: “Ebu Hüreyre (r.a.) Rasülullahın vefatından sonra birgün Medine pazarına gider ve oradakilerin dikkatini çekecek şekilde “koşun koşun Allah Rasülünün mirası pay ediliyor,” der. İnsanlar da Rasulüllahın geride eşyaları kaldı, onlar pay ediliyor zannıyla gelirler ancak hiçbir şey göremeyince dönerler Ebu Hüreyre’ye serzenişte bulunurlar. “Biz koşar adım Mescid’e gittik ama bir şey bulmadık.” derler. Ebu Hüreyre “Peki ne buldunuz?” deyince, onlar da “bir grup oturmuş ilim tahsili yapıyordu” deyince, Ebu Hüreyre “işte ben miras deyince onu kastetmiştim. Peygamberler geride mal mülk miras olarak bırakmazlar, ilim bırakırlar.” der. Camilerde, mescitlerde ilim halkası hep olmuştur. Ancak bir dönem ülkemizde camiler, namaz vakitlerinde açılan ve namaz sonraları kilitlenen mekânlar olarak kullanılmıştır. Uzun bir zaman Diyanet teşkilatının farklı kademelerinde görev yaptım. Görev yaptığım yerlerden birisi Mesih Ali Paşa Camii idi. Burada görev yaparken caminin tadilat ve tamiratı ile meşgul oldum. Ancak tarihi eseri kendi imkânlarımızla tamir edelim derken, Ağır Ceza’da yargılandım. Bu mahkeme safahatından sonra artık inşaatla değil, insanlar uğraşmaya karar verdim. Daha sonrasında da camilerde ilim halkası kurma yolunda bir çaba gayretim oldu. Camiler her bakımdan merkezdir. Ancak ilk çocukluk dönemi cami irtibatı çok önemlidir. Benim camiyle ilk tanışıklığım 5 yaşında olmuştur. İlk aldığım kitap da yine camiden bir elif-ba’dır. Camilere çocukların gözünden bakmak gerekmektedir. Camilere kadınların, gençlerin gözünden bakmak gerekmektedir. Camiler sadece namaz kılıp, çıkılan mekânlar olarak mı kalacak, yoksa gençlerin, çocukların kendini dinlediği, ilim meclislerinin, kütüphanelerin olduğu mekânlar mı olacak? Bu noktada maalesef çok eksiğimiz var. İnsanlarımız camide ilgi ve ihtiyaçlarını karşılayabilmedir. Yoksa kıraathaneye, kahvehaneye mahkûm etmiş oluyoruz. Camileri bu anlamda sosyal aktivitelerle güçlendirmeliyiz. Camileri ilim halkaları ile ziynetlendirmeliyiz. Buna önce cami görevlilerinin inanıp, sahiplenmesi lazım. Bu noktada teşvik ve yönlendirme yapmalıyız.”

Daha sonra Prof. Dr. Adnan Demircan, Hz. Peygamber dönemi cami ve fonksiyonları üzerine bir konuşma yaptı. Bizde cami kavramının kullanıldığını ancak Araplarda “mescid” kelimesinin tercih edildiğini ifade etti. Mescid-i Nebevi’nin Medine’de inşa edilmeden önce 13 yıllık Mekke döneminde de kitap ve mescidin bulunduğunu ifade eden Demircan kitap ve caminin bu medeniyeti meydana getiren temel değerlerden ikisi olduğunu sözlerine ekledi. Demircan konuşmasında şunları söyledi: “Dinin temeli, esası Peygamberimizin tebliğ ettiği Kur’an-ı Kerim, bu kitabın hayata geçtiği, geçirildiği yer de camiler/mescidlerdir. Mekke döneminde Müslümanlar müstakil bir mescid oluşturamamışlardır. Hz. Peygamber, Müslümanların bir araya gelmelerini Erkam bin ebi’l Erkam’in evinde, ya da ibadet amacı ile Mekke civarında vadilerde toplanmak sureti ile tesis ediyordu. Ancak mescid vardı. Hatta rivayetlerde bazı sahabilerin evlerinde namaz kılmak için ayırdıkları müstakil yerlere onların adı ile anılan müstakil mescidler olarak işaret edildiklerini görürsünüz. Mesela Ammar b. Yasir’in evinin bir köşesinde ayırdığı yer için mescid-i Ammar deniliyor. Hz. Ebubekir’in ibadetini yapmak için ayırdığı köşeye mescid-i Ebubekr deniliyordu. İslam için, din için okumak bir ibadettir. Çünkü İslam kitaba dayalı bir dindir. Arapların sözlü kültürü/geleneği vardır. Hz. Peygamber vahyi tebliğ ettikten sonra bu sözlü kültürden yazılı kültüre/kitaba dönüştü. Bu kitap medeniyetin esasını oluşturdu. Peygamberimiz Medine’ye hicret ettiğinde ilk işi Medine’de mescid yaptırmak olmuştu. Mescid kurulur kurulmaz oluşturulan bir suffe de var. Suffe gölgelik, sundurma olarak çevrilebilir. Ashaptan evi olmayan insanların barındıkları bir yerdi suffe. İlk zamanlarda kıble kuzeye doğru idi ve Peygamberimiz mescidin güneyine suffe inşa etti. Kıble güneye doğru çevrildikten sonra kuzeydeki üzeri hurma dalları ile kapalı kısım suffe haline getirildi ve güneydeki eski suffede hanımlar suffesi oldu. Hanımlar da zaman zaman burada Peygamberimizden sohbet talepleri olurdu. Suffe ehli grup takriben dörtyüz kişi olarak zikredilir. Kalanlar ise 70 kişidir. İmkânları kısıtlı kimselerdir bu sahabiler ve imkânları olan sahabiler hurma salkımları getirip ikram ediyorlardı. Burada Ebu Hüreyre, Bilal-i Habeşi, Ebu Zer el- Gifari gibi isimler var. Hz. Peygamber buranın muallimi idi ve burada kitap yani Kur’an esaslı bir eğitim yapılmaktaydı. Bu anlamda camiler sadece namaz kılınan yerler değildir. Ancak zamanla mescidlerin fonksiyonları zayıfladı. Camilerin ortadan kalkan, kaybolan hususiyetlerini yeniden kazandırmanın yollarına bakmalı, bu yolda gayret sarf etmeliyiz.  

Son olarak Doç. Dr. Kerim Buladı söz aldı. İstanbul İlahiyat Fakültesi ve İstanbul Müftülüğü’nün ortaklaşa gerçekleştirdiği bu paneli çok anlamlı olduğunu ifade ederek sözlerin başladı. Buladı, konuşmasında şunları söyledi: “Muhammed Hamidullah, Peygamber Efendimiz’in Mescid-i Nebevi’nin inşa edilmesi sırasında oranın bizzat mühendisi olduğunu, kıblenin yerleştirilmesini bizzat kendisinin gerçekleştirdiğini ifade ediyor. İslamı dışarıdan öğrenmeye gelen pek sahabenin de suffa bölümünde misafir edildiğini söylüyor. Hatta Hz. Fatıma, babasından hizmetçi talep ettiğinde ben Ashab-ı suffa’nın ağzına koyacak lokma bulamazken sana hizmetçi bulamam, diyor. Sa’d bin Ubade’den söz ediliyor. 80 talebenin iaşesini ve temel ihtiyaçlarını karşılamıştır. Peygamberimiz suffada geleceğin eğitimcilerini yetiştirmiş ve onlara özel ihtimam göstermiştir. Talebe yetiştirmek, karşılıksız talebeye imkân sağlamak bir nevi Peygamber mesleğidir.” Konuşmasına Osmanlı’dan cami ve kitap birlikteliğinin oluşturduğu örneklerle devam eden Buladı, sözlerini şöyle tamamladı: “Biz de camilerimizi eski günlerine dönmesi noktasında gayret sarf etmeliyiz. Cami, aile, okul, eğer bu üç sacayağı uyumlu değilse o memlekette dini hayat yarım kalır.”

Panelin sonunda İstanbul Müftü Yardımcısı Ahmet Bilgi de konuşmacılara hediyelerini takdim ederek, kendilerine teşekkür etti.